Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum! – Mustafa Günen yazdı.
Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum! – Mustafa Günen
Sevgili dostlar Cumhuriyet kuruluşundan itibaren süren Atatürk karşıtlığı, son zamanlarda seviyesiz ve nankörlük noktalarını aşmıştır.
Bu nedenle bir sanatçı ve de bu konunun gerekçelerini çok iyi bilen biri olarak bu yazıyı kaleme aldım.
Başlıkta da yazdığım gibi maalesef babam (Allah rahmet etsin) ve çevresi Atatürk düşmanıydı.
Ben büyük önder Atatürk’e ilişkin akıl almaz sığ ve adi hikayeler dinleyerek büyüdüm. On iki yaşımdan itibaren de Atatürk ‘e karşı yapılan bu haksızlıkla mücadele ettim.
Burası çok ilginç değil mi?
Böylesine yoğun Atatürk düşmanlığına rağmen nasıl oldu da karşı duruşuma izin verdiler.
İşte bu konuyu yazma nedenim de budur. Ayrıntıya babamın nasıl biri olduğunu anlatarak gireyim.
Hani belgesellerde duyduğumuz nesli tükenme ifadesi var ya, işte babam tam da öyle nadir bulunacak dürüst bir insandı. Asla, ama asla yalan söylemezdi. Buna kendi anlattığı bir anekdotundan örnek vereyim.
Ailem Artvin’den Kırşehir’e yerleşmişler ve tüccarlığa başlamışlar. Güneyde bir yerden parasını ödeyip tenekelerle toptan tereyağı almışlar. Babam gelen yağları kontrol ettiğinde içlerine patates karıştırılmış olduğunu tespit etmiş. Ancak bir şekilde iade edememişler. Mecburen satmaya karar vermişler. Bu yağlardan almak isteyen her müşteriye babam “İçinde biraz patates karışımı var” diyerek uyarmış. Tabii satamamış, akıbet, batmışlar. Babam, tüm hayatı boyunca böylesine dürüst bir insandı. Ayrıca ağzından asla küfür çıkmazdı. En ağır hakareti, “eşşoğlueşek”, “edepsiz” veya “hain” derdi. Babamı tanıyan herkes bunları bilir.
Öyleyse böylesine dürüst ve asla yalan söylemeyen birisi nasıl oluyor da yalan ve iftiralara inanarak Atatürk’e düşman oluyor ya da sevmiyor?
Atatürk düşmanlığının en önemli nedeni, onun yaptığı devrimlerin içerisinde, dindeki Kuran dışılıkların düzelmesi için yaptığı uygulamalardır.
Tabii bu devrimler yüzlerce yıllık geçmişi olan ve dinden nemalanan şeyhleri hocaları harekete geçirmiş. Atatürk’ü milletin gözünden düşürmek, ona düşman etmek için akıl almaz iftiralar uydurup gizlice yaymışlar, milletin inanç hassasiyetini kullanarak, kışkırtmışlardır. Bunun için Kuran’ı da alet etmekten çekinmemişlerdir.
Konuya babam ve çevresi ile aramızda geçen anekdotları anlatarak devam edeyim.
Yirmili yaşlardaydım o zamanlar babam ve arkadaşları sık sık bizde toplanırlardı. Yine böyle bir toplantıda konu Atatürk’e geldiğinde her zamanki gibi ona Deccal (Kıyamette ortaya çıkacak. Yalancı ve kötü yaratılışlı kimse – TDK) diye hitap ettiler. Ben bunu duyunca zorunlu olarak itiraz ettim.
“Bakın!” diye söze başladım “Savaşta bile insanca düşünen, esir aldığı askerleri “Üzülmeyin savaşta olur böyle şeyler” diyen ölen düşman askerlerinin ailelerine “Çocuklarınız bize emanet” diye teselli eden, “Yunan bayrağını bir milletin simgesidir” diye çiğnemeyen asil, erdemli ve yüksek bir karakterle savaş kazanmış bir komutana Deccal yani yalancı ve kötü karakterli diyemezsiniz. Bunu diyen ya bu geçeği bilmeyen cahildir ya da iyi karakterli değildir” dedim.
KURTULUŞ SAVAŞINI İLAHİ ORDULAR KAZANDI!
Babamın arkadaşlarından birisi sözümü keserek “Bir dakika! Savaşı o kazanmadı ki! Allah ordularını gönderdi onlar vasıtasıyla zafere ulaştık” dedi. Arkasından da “Esir alınan birçok yunan subayı, bizi Mustafa Kemal’in askerleri yenmedi, biz gökten inen yeşil bereli askerlere yenildik demişler diye devam etti. Bu anlatılana delil olarak ta bana Kuran’dan AHZAP-9 “Hani (düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik.” gibi Allah’ın savaşta inananları desteklemek için ordular gönderdiğine ilişkin ayetler okudu.
Ben de gökten inen askerler olayının gerçek olup olmadığına hiç girmeden “Kuran’da yazıyorsa doğrudur hacı abi” dedim
“Ancak! Bu ayetlere ve senin anlattıklarına göre, Allah’ın Atatürk’ü desteklemek için ordularını gönderdiğini siz kendi ağzınızla itiraf ediyorsunuz” deyince birbirlerine baktılar.
Hiç beklemedikleri bir cevaptı. Sonra o kişi ayağa kalkıp “Hayır, asla öyle değil” diyerek devam etti “Ordumuz, imamlarla, hocalarla doluydu ve abdestinde namazında askerlerden oluşmuştu, Allah onlara yardım için ordularını gönderdi, Atatürk için değil” dedi.
Gülümsedim ve sonra “Size bunları Allah söyletiyor hocam çünkü bilmeden Atatürk’ü övüyorsunuz.” dedim. Biraz daha şaşırdı. “Hayatta o kafiri övmem” diye cevap verdi.
“Beni sabırla dinleyin açıklayayım dedim “Bildiğiniz gibi Atatürk, bahsettiğiniz o imanlı orduyu dışarıdan getirmedi. Onlar Osmanlı bireyleriydi ve askerleriydi. Öyle değil mi” dedim. Başlarıyla tasdik ettiler. Devam ettim.
– “Bilindiği gibi Osmanlı, aynı imanlı askerlerle girdiği savaşların çoğunu kaybetti. Yani o savaşlardaki Osmanlı askerleri de abdest alıp namaz kılıp tekbir getirerek savaşıyorlardı ama yenildiler ve de sonunda yıkılma noktasına gelindi. Yoksa o askerler imansız mıydı?” dedim “Olur mu hiç, elbette imanlıydılar! Hatta çoğu zaman namazlarını kılıp savaşıyorlardı” diye cevap verdiler.
“Öyleyse Allah o savaşlara neden ordularını göndermedi de savaşları kaybettiler?”
Cevap vermediler.
Devam ettim “Çünkü, Allah yalnızca imanlı olanlara değil aynı zamanda haklı olana, hak edene ve daha da önemlisi, galip gelmesini istediklerine yardım eder. Onun için eğer Allah Osmanlı’nın bekasını isteseydi Osmanlı yıkılmazdı. Kısacası okuduğunuz ayetler ve anlattıklarınızdan çıkan sonuç şu; Abdestinde, namazında ve de tekbir getirerek savaşan bir ordu, Osmanlı’nın bekası için savaşınca Allah yardım etmedi yenildiler ve sonları geldi. Fakat aynı imanlı askerler bu kez Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyetini kurmak savaşınca Allah yardım etti ve mucize ötesi bir sonuçla galip geldiler. Demek ki Allah Osmanlı’nın değil Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını istedi” dedim.
Kısa bir sessizlikten sonra babam söze girdi. “Aslında söylediklerin doğru olabilir. Zaten Atatürk savaşırken iyi idi. Ama sonradan şımardı ve dine düşman olup kafir oldu” dedi.
“Yapma baba” diye başladım. “Atatürk’ün ilk yaptığı işlerin içinde İslam dinini bilime emanet etmek için 1924’te İmam hatip okullarını kurdu, Diyanet İşlerini kurdu. Daha sonra Millet okuduğunu anlayarak inancını sürdürebilsin diyerek Kuran’ın Türkçe mealini hazırlattı. Ki Kuran’ı anlayarak okumak Allah’ın emridir. Düşünsenize, hiç din düşmanı, kafir olan biri öncelikle bunları yapar mı? Hem de çok güçlü olduğu bir zamanda. Bu konuda bir türlü göremediğiniz şey şu, Atatürk, dine değil, Kuran’ın da lanetlediği dini menfaat için kullananlara, yobazlığa ve hurafelere savaş açtı” dedim.
Daha sonra işim gereği aralarından ayrılırken “Son bir şey daha söyleyeyim” dedim “Sizin söylediğinize göre bir kimse okul, hastane cami gibi hayırlı eserler bırakırsa öldükten sonra da o kişinin amel defteri kapanmaz, o eserler durdukça unun defterine sevap yazılır öyle değil mi?” diye sordum “Evet” dedi babam. “Peygamberimizin hadisidir.”
“O zaman bu hadise göre; Afyona kadar gelmiş düşmanı yenip, bu topraklarda bize özgür bir vatan olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden başta Atatürk olmak üzere onun arkadaşlarının da amel defterleri açıktır. Bu durumda yapılan her okulda, hastanede, camide, her okunan ezanda, özgürce yapılan ibadetlerde, Atatürk ve arkadaşlarının defterlerine sevap yazılıyor. Ayrıca farkında değilsiniz ama siz de özgürce kıldığınız her namazda yaptığınız her ibadette nefret ettiğiniz, deccal dediğiniz Atatürk’ün defterine sevap gönderiyorsunuz bilesiniz” dedim ve ekledim ben “Atatürk’ü Allah’ın gönderdiğine ve desteklediğine inanıyorum. Çünkü büyük imkansızlıklar içinde savaşmışlar. Kazmayla, kürekle dünyanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı kazanmak mümkün değildir. Zaten böyle bir zaferin tarihte başka bir örneği yoktur. Eğer ben haklıysam ki görünüşe göre öyle. O zaman siz Allah’ın desteklediği birine düşmanlık ediyorsunuz demektir. Bunu bir düşünseniz iyi olur.” dedim
“Ayrıca şunu da unutmayın, Allah nankörleri sevmez.”diyerek kapıya yöneldim.
Babam güldü ve “Çık dışarı kerata” dedi. Nur içinde yatsın…
Şu gerçeği belirterek bitireyim.
Babam ve çevresi gibi düşünen insanların tamamına yakını Atatürk karşıtlığı fikirlerine özgür bir düşünce sonucu ulaşmış değillerdir.
Dolayısı ile bu konuda gerçekleri anlatmak pek işe yaramaz.
Çünkü sorun neye inandıklarında değil, neden inandıklarındadır.
Mustafa Günen
(Bu yazı Mustafa Günen’nin 21 Ekim 2016, GuncelHaberajansi.com ‘da yayınlanan Köşe yazısıdır)